Öner BUÇUKCU

Erzurum-Ankara-Bogota

Portre Yazıları

Bir Yahya Sezai Tezel Portresi

2007 senesiydi galiba. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin fotokopisinden, Ergün Abiden zaman zaman farklı dönemlerden farklı derslerin izlencelerinde olan ve fotokopiye bir nüshası bırakılan makaleleri alırdım. Şimdi hatırlayamıyorum hangi kitaptan hangi parçaydı ama Yahya Sezai Tezel adında bir hocanın dersine ait olan olağanüstü ilgi çekici bir makaleyi alıp bir çırpıda okuyuvermiştim. Sonra bir ara okulun yanındaki Simge Fotokopiden bulabildiğim ders notlarını ve geçmiş yılların sınav sorularını aldım. Yıldırım Beyazıt Üniversitesindeki odama taşıdım diye hatırlıyorum, olağanüstü keyifli son notları – açıklamaları olan sınav kağıtlarıydı. Bir tanesinde “Dersleri takip edip zorunlu okumaları yapmak yerine başka şeylerle vakit harcadıysanız müstakbel kayınbabanızın zengin olduğunu varsayıyorum ya da zengin olmasını dilerim” gibi bir cümleyi gördüğümde akşama kadar durup durup gülmüştüm. Ve evet, benim sınav kağıtlarımdaki son notlar – açıklamalar da Yahya Sezai Tezel’den mülhemdir. 

Sonra bir dersini, kendisinden izin alarak dışardan takip etmeye başladım. Bana “her derse geleceksen gelebilirsin” demişti ama ben arada bir gittiğim için de beni kapı dışarı etmedi. 

Mezun olup yüksek lisansa başladığımda Kurtuluş hocanın bir dersinde bahsi geçti. Ben tabii zihnimde kaldığı kadarıyla biraz magazin biraz hakikat bir şeyler söyledim. Hocam beni biraz sarakaya aldıktan sonra ciddiyetle üzerine konuşmaya başladık. Bana ilk Yahya hocanın, yanılmıyorsam 1975 yılında SBF Dergisinde yayınlanan “Birinci Millet Meclisi Anti-emperyalist miydi? başlıklı makalesini okuttu. Sonra Osmanlı İktisat Tarihi üzerine metinlerinden parçalar okudum. Yüksek lisans tezime belli noktalarda dokunan meseleler üzerine çalıştığını düşündüğümden çok ilgimi çekmişti. Kendisine tekrar ulaşmayı denedim. Emekli olmuştu ama Facebook’u çok aktif kullanıyordu. Oradan yazıp kendimi tanıttım. Sonrasında aralıklarla görüştük.

Özellikle CHP’nin 1970’li yıllarına ilişkin oldukça ilginç şahitlikler aktarıyordu. Cihangir’deki evine gerçekleştirdiğim bir ziyarette şöyle bir anekdot aktarmıştı: “CHP’de Dışişleri Bakanlığı yapmış bir dostumu (ismini vermişti ama ihtiyaten yazmıyorum, birçok kimse zaten anlayacaktır) ziyarete gitmiştim. Hastaydı. Oradan buradan konuştuktan sonra laf Ecevit’e geldi. Ve dostum bir anda irkilerek şöyle dedi: “Ben öldüğümde mezarıma gelecekler, mezarımı tekmeleyip üzerine işeyecekler ve şöyle diyecekler: Bu adamı başımıza sen bela ettin.” 

Kendisine bu ve benzeri birçok anısını dinledikten sonra bir nehir söyleşi yapmayı teklif ettim. Beni Cihangir’deki evine çağırdı. Ankara’dan kalkıp gittim. Hatta gitmeden önce de Kurtuluş hocamla epey istişare ettim, ne demeliyim, nasıl teklif etmeliyim, nasıl yaklaşmalıyım diye. Zihninde bıraktığım profile göre önce beni biraz hırpaladı. Sonra, benim de tanıdığım bir akademisyen ile nehir söyleşi yapma konusunda anlaştığını söyledi. “Hocam benim yapmam ya da bu arkadaşın yapması önemli değil” dedim. “Önemli olan bu hatıralarınızın uygun bir biçimde düşünce tarihimize bırakılması.” O da bana bu dediğimi önemsediğini, en büyük korkusunun zihnindekilerin toprak olması olduğunu söyledi. 

Sonrasında daha seyrek olmakla birlikte görüşmeye devam ettik. Kolombiya’ya gelirken aramıştım. Yine Mülkiye’den öğrencisi bir beyefendi ile YouTube’da yaptığı videolardan bahsetti. Onları da dinledim. Tabii, o yayınlar da önemli katkı ancak Yahya Hocanın o videolarda düşünce tarihimize dair aktardığı birtakım şeylere program yapımcısının vakıf olmaması, bazı yerlerin çok tek katmanlı olmasına sebep olmuştu. Bunu söyledim kendisine. Benim de istediğim gibi olmadı dedi. 

Pandemide aradım. Marmaris’te idi yanlış hatırlamıyorsam. Olağanüstü tedirgin olduğundan, kalbiyle alakalı sıkıntılarından bahsetti. O görüşmede cesaret ettim ve “Hocam, nehir söyleşi projesi ne oldu?” dedim. “O çocuk nehir söyleşi yapamazdı, o yeteneği görmedim vazgeçtim” dedi. 

Ara ara telefonla hâlini hatırını sordum. Facebook’ta görüntülü görüşmeyi ondan öğrendim. Son olarak Mart-Nisan 2022’de Türkiye Notları’nın Kemalizm sayısı için bir mülakat yapma teklifi götürdüm. Hocanın zihninde bir Öner portresi ve profili vardı. O yüzden bana şart koştu: Her istediğimi söylerim, son halini görürüm, sansür yapacaksan hiç yapmayalım dedi. Tamam hocam dedim. Bu riskli bir şeydir, Yahya Hocayı azıcık tanıyanlar anlarlar beni. O mülakatın ses kaydı ve çözümlemesi duruyor hâlâ. Öyle beni tedirgin ettiği kadar da sivri şeyler söylemedi. Türkiye’de Mülkiyelilerin Türk düşüncesine katkısını sorduğumda şunları söylemiş, aynen alıyorum:

“Mülkiye’nin Türk düşüncesine olumlu yönde de katkısı olmuştur elbette ama bana sorarsan olumsuz katkısı daha çoktur. Mülkiye’deki akademisyenler Türkiye’deki otoriter rejimlerin yedeğinde olmuştur hep. O yüzden ben Mülkiye’den evrensel bir düşünce çıkabileceğine hiç inanmadım. Her bölüm içi ilişki, oradaki akademisyenlerin siyaset ve toplum tahayyüllerine dair de bir şablon sunar bize. Şu anı zihnimde hâlâ çok canlıdır. 12 Mart muhtırası verildiğinde Siyasal’da profesörler odasında tartışıyorduk. Şimdilerde çok sevicisi olan bir Anayasa profesörü odaya girdi ve büyük bir keyifle “ne tartışıyorsunuz? Ana Yasa gitti (eliyle nah işareti yaparak) baba yasa geldi” demişti. 

Bu mülakatı yayınlamak nasip olmadı çünkü ona söz verdiğim gibi mülakatı onun son onayından geçiremedim. Ben mülakatı çözümlediğimde İstanbul’daydı. Aradım. Hastanede çocukları gelene kadar kendisine refakat edecek kimse bulamadığını söyledi. Facebook’tan da kim kalabilir diye sormuş galiba. Ameliyata gireceğini söyledi. Sonra bir daha görüşemedik. 

Aslında bir portre yazmaya niyetlenmiştim ama kendi gözlemlerim ve aklımda kalanlardan oluşan bir yazı oldu. Ama düşünsel portresi üzerinde de durmak gerekiyor. Kendisine “Hocam sizin Osmanlı ilginiz çok erken bence” demiştim bir keresinde. O da o dönemde moda haline geldiğini, o kadar ayrıksı bir iş yapmadığını söylemişti. Şöyle demişti: “Akademik, ciddi bir metin olarak öyle görünebilir ama o dönemde Osmanlı geçmişi çok revaçtaydı. Entelektüel mahvillerde çok tartışılırdı. Ben de o tartışmalardan çok etkilenmişimdir” demişti. Kurtuluş hocanın bana okuttuğu makale hakkında fikrini sorduğumda da konuşmak istememişti mesela ve şöyle demişti “Maoculuğa ilgi duyduğum bir dönemdi, o dönemin yazısı o.”